Kayıtlar

Ocak, 2022 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Yoldan Döndüğüm Günler Ya Da Ben Nasıl Büyük Adam Olucam

Resim
Bi’ dedemi hiç görmedim, ötekini ise 10 yaşında kaybettim. Kaybettim demek çok doğru olmaz bence. Zaten hiç yoktu.  “Maddesel” olarak onlardan bir şey öğrenme fırsatım olmadı. Bana onlardan aktarılan birçok şey olmuştur elbet. Ne bileyim belki de kar yağıp da yollar kapandığında gitmem gereken yere gitmekten vazgeçip geriye dönmek onlardan miras kalmıştır. Ya da erkek olmanın altı farzını başka şekilde tanımlamaya çalışmak.  Ama ne zaman “maddesel” olarak bi’ erkek görsem üzülürüm. Kendini kanıtlamak için gösterilen çaba manasız gelir. Bi’ erkek para kazanmalıdır mesela, ekmeğini taştan çıkarmalıdır. Bi’ erkek kavga edebilmelidir. Cesur olmalı, gerekirse ölmelidir falan.  Bütün bu genellemelerin hiçbir anlamı yok benim için. Çünkü hiçbirini ben oluşturmadım. Benim söylediğimse şu: Erkek adam iş yapandır, kadın ise iş gören.  “Maddesel” bi dedem olaydı ne olurdu diye düşünüyorum. Belki bana iş yapmayı öğretirdi. Belki de öğretmezdi. Dedelerin böyle bi şeyleri öğretme ...

Nar Fidanı

Resim
            Dedemi çok görmedim. Aklımdaysa silik hatıraları var. Mesela bir keresinde yay yapmak için dal parçası arıyordum.  Esnek ve toprağa diklemesine bir şekilde saplanmış dalı zorla kopardım. Gerçekten de iyi esniyordu. Lakin küçük ellerim ve güçsüz kollarım bu dalı tam bir yay biçimine getiremiyordu. Ok hazırdı. Yayından çıksaydı keşkesi vardı içimde. Olacak iş değil. Bu sözü dedem çok söylerdi. Yay olmamak için direnen dal parçasını dedeme uzattım. Dedem bahçeden tarlaya uzattı bakışlarını. Bir ses yükseldi kulağıma hızlıdan "Nar fidanlarını mı kopardın sen? Olacak iş değil!" Dedem için torun pek de sevilecek yanı olmayan akrabalık bağı olsa gerekti. Ya da mesela yemek yerken ki amaçsız hızını unutmak da mümkün değil. Çorbayı pilava katar hızlıca kaşıklarken "Farklı zamanlarda giriş yapsalar da aynı yerde birleşip ve sonra aynı noktadan çıkışlarını yapmıyorlar mı? Ne diye uğraştırıyorsunuz beni, bir ondan ye bir bundan ye?" diye geveleyip...

Yolda Yürümeyi Bilmenin Verdiği Dayanılmaz Hafifliğe Karşı Takındığım Tavır

Toplum içerisindeki hareketlerimizin öngörülebilir olması gerekir. Çünkü insan, sahip değildir. Hatta bedenimizin bile sahibi değiliz. Ölümden kaçamıyoruz. Ölümle sonuçlanacak bir hayatta insanın bir şeylerin sahibi olması çok mümkün değil. Bu yüzden öyle ben keyfime göre yaşarım, istediğimi içerim istediğimi yaşarım gibi hal ve hareketlere giremeyiz. Öngörülebilirlik. Yani ne yapacağınızın ne söyleyeceğinizin hatta kiminle ne gibi bir ilişki kuracağınızın bile bir sınırı vardır. O yüzden insan başıboş değildir. Ben toplumu bir otobana benzetiyorum. Otobanda çok yavaş gidemezsiniz ya da çok hızlı. Belli bir alt sınırınız ve üst sınırınız vardır. Yavaş gidecekseniz en sağdan gidersiniz. Hızlı iseniz en soldan. Yok, bu ikisinin ortası ise ortadan… Şerit değiştirirken sizin görmediğiniz ama zarar verebileceğiniz arabalara haber verirsiniz. Bakın ben şimdi sağa geçeceğim. Birazdan sola gireceğim. En sol şeritte 60’la gidemezsiniz. Hayır, ben buradan 60’la gitmek istiyorum, çünkü ben öz...

Korkuyorum

Resim
Korkmanın bir şeyi değiştirmesi ümidiyle korkuyorum. Bana bakarken büyüyen gözlerden korkuyorum. Ellerin boşluğundan, yarım kalmasından, çabanın fark edilememesinden korkuyorum. Boşluğun bitmeyişinden korkuyorum. Kendimi anlatamamanın verdiği öfkeden korkuyorum. Korkmanın bir şeyi değiştirmesini diliyorum. Değiştirmiyor. Duvara tırmanan bir karınca gibi. Her defasında daha yükseğe çıkıyorum ama her defasında aşağıya düşüyorum. Ayaklarım kuvvetlenmiyor. Zorlukların beni daha güçlü kılmadığını düşünmekten korkuyorum. Defalarca aynı kanattan gol yemekten korkuyorum. Bana sarılmamandan korkuyorum. İşin garibi sarılman da beni korkutuyor. Hareketten korkuyorum. Beni durdur.  

Yapamamak

Resim
  Elime bir kalem verdiklerinde ilk olarak şiir yazmam gerektiğini düşünmüştüm. Eline kalemi alan kişi şiir yazar.  Kalem şiire âşıktır.  Onsuz yapamaz.  Bunu düşündüğümde sanırım 8 yaşlarında falandım.  İnsan 8 yaşındayken şiir yazmamalı bence.  Yazmadım zaten o yaşlarda.  İlk şiirlerimi 16 yaşımdayken yazdım.  Şiire tutkundum.  Şiire tutkun olmamak mümkün mü?  Şiir okumamak şiir bilmemek şiir söylememek şiirden haberdar olmamak hastalıktır.  Bu dünyanın en büyük hastalığı da şiir gibi yaşamayı engellemesidir.  Kastım romantizm falan değil. Ş iirin olduğu yerde hastalık olmaz.  İnsanlar gülümser. Ama şiire saygı yok.  İnsanlar balık tutmak ve balık yemek istiyorlar.  İnsanlar yemek istiyor.  Karınları doysun.  Hiç göçmemek istiyorlar.  İnsanlar unutmak istiyorlar.  İnsanlar gitmeye geldiklerini unutuyorlar.  Eziliyorum. Kırılıyorum.  Bükülüyorum.  A llah bana sorduğunda bunları...

Tamam da Niye Burada Değilsin?

Resim
  Bırakın bunları, yazıp yazıp kaç defa sildim bu yazıyı. Anlıyamıyorum. Anlıyamıyacağım. Hani İsmet Özel’in Waldo sen neden burada değilsin başlıklı kitabı var ya… Hani orada anlattığı diyalog. Waldo, sözde kendi gibi devrimci olan ve hapse giren arkadaşına, Henry sen neden buradasın? Diye sorar. Henry de kitabın ismi olan o müthiş cevabı verir ya: Waldo, sen neden burada değilsin? Benim arkadaşımsan eğer, benim yanımda olmalısın. Ben hapisteysem hapiste. Ben dünyanın bir ucuna çağırıyorsam seni oraya gelmelisin. Sana kızıyorsam haklıyımdır. Sen bana kızıyorsan haklısındır. Ama arkadaşızdır. Öyle değil mi? Sahi, neden burada değilsin be arkadaşım? Seni buradan daha önemli olduğunu düşündüğün yerde kılan arkadaşlar mı edindin? Ben seni yanlış mı tanıdım? Yoksa arkadaşım değil misin? Değil miydin? Yaşamak umrunda mı? Gırtlağında büyüyen harfe dayanabiliyor musun?  Şehrin çarpıntısı vurmuyor mu kalbine?  Kulağında ne çınlıyor? Hangi hüznü yakalıyor kalbin? Neden...

Arayış

Resim
  “Acımasızca geçip giden zamandan geriye kalan sadece yalnızlıklarımızdır.” -Büyük Adam Küçük Aşk     H epimiz bu hayatta kendimize bir yer arıyoruz. Aradığımızı bulduğumuzda mutlu oluruz sanıyoruz. Umduklarımızı bulamayınca hayal kırıklıkları yer ediniyor yüzlerimizde. Hayatlarımızda kendimize bir yer bulma çabasıyla güdüleniyoruz. Kendi kendimize bir varlık gösterme hırsıyla büyüyoruz. Büyüdükçe varlık göstermek güçleşiyor. Kaybettiğimiz şeylerin yerini zamanla doldurmak istiyoruz. Kimi parasını, kimi büyük varlıklarını, kimi aşkını, kimi de hislerini kaybediyor; kayıplarının hüznüyle dünyadaki yerini kendine yadırgıyor. Şimdilerde eski duygularımın peşinde koşturuyorum. Koca bir hissizliğin içinde süzülüp duruyorum geçen zamanlar içinde. En büyük kaybımız da zamandı zaten hep. Kaybettiğimiz zamanlar için hep geç kaldığımızı düşünürüz. Aslında hiçbir zaman geç olmadığına inandırmaya çalışırız kendimizi. Daha aşılacak çok zaman var der; zamanla deriz, zamanın cazibeleri...