Kayıtlar

Ocak, 2025 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

BALKONDAKİ BEKLENMEDİK MİSAFİR

Resim
Burak her zamanki gibi sabah 5’te uyandı. İçi neşe doluymuş gibi yataktan kalktı. Elini yüzünü yıkadıktan sonra balkona doğru gitti. Onu asıl uyandıracak şeyin sabah rüzgarı olduğunu biliyordu. Balkona doğru çıktığında yapmacık bir şekilde, “Günaydın dünya! Günaydın gökyüzü! Günaydın güzel kuş! Günaydın mimoza ağacı! Ve günaydın hırsız kardeş!” dedi ama son selam sonrası donup kalmıştı. Bu hırsızın ne işi var ve ne yapacağını düşünürken karşı taraftan şöyle bir yanıt aldı: “Sana da günaydın abi! Biliyor musun, sen balkona ilk çıktığında çok korkmuştum, hatta bir an aşağıya atlamayı falan düşündüm ama yemedi. Biliyorsun, insanın canı çok tatlıdır. Bu arada seni de tebrik etmek istiyorum.” (Hırsız, Burak’ın elini sıkarak yanaklarından öper.) “Senin gibi insanların sadece saçma sapan bir film veya milletin zekasıyla dalga geçen dizilerde olduğunu düşünüyordum...” Burak bir an kendisine geldi: Burak : Ne anlatıyorsun lan sen? Adama bak ya, hırsızlığı yetmiyormuş gibi bir de sosyal me...

5 METREKARE

5 m² bir alanda sıkışıp kalmak nasıl bir duygu, bilir misiniz? Eğer mahpusluk hayatınız olmadıysa, kalabalık bir öğrenci evinde ya da fakir bir Kürt (!) ailede bulunmadıysanız bilmezsiniz. Ben mahpusluk hayatı yaşamadım ve Allah’a şükür Kürt de değilim. Sadece son zamanlarım 5 m² bir alanda, geceleri çok rahatsız edici bir koltuk üstünde geçiyor. Buna rağmen manzaram şahanedir. İstanbul’da alışık olunmayan bir manzaram var. İlk bakışta çam ağaçları, çınar ağaçları ve adını bilmediğim birkaç çeşit ağaç görünür. Ağaçların ardında bir cami belirir. Caminin ötesinde ise modern olmak adına dikilen biçimsiz binalar sıralanır. Denizden mahrumum; bu biraz canımı sıkıyor ama yapacak bir şey yok. Ara sıra bahçeye çıkma fırsatı buluyorum ve çıktığımda bir veya iki kirpi görüyorum. Onlar da şaşkın, ben de şaşkınım. "Nasıl oluyor da ikimiz de buradayız?" diye düşünüyorum. Çoğu zaman manzarama kirli ve buğulu bir camdan bakıyorum. Ara sıra, bir emanet kettle ile termosta demlenen çay eşl...

ÇOK BİLİNMEYENLİ DENKLEMLER!

  Bir hastane bahçesindeki kafeteryadayım. Ortadayım! Bir tarafımda ölüme yakılan ağıtlar, bir tarafımda doğuma gelen neşeler... Sahi, ben tam olarak bu denklemin neresindeyim? Matematiğim her daim kötüydü. Bundandır herhalde, denklemlerden hiç anlamam. Anlayamadığım için de neresinde olduğumu kestiremiyorum.   Bana şimdi ne gerek? Matematik mi, yoksa yaşanmışlık mı? Bir problemin kendi içinde başka bir problem doğurması onun doğası gereği mi, yoksa benim mi iş bilmemezliğim?   Mesela, hastanenin içinde mi olmak, yoksa dışında mı olmak önemli? Bak, bu da bir problem ve yine kendi içinde ayrı problemler barındırıyor. Mesela, hastane içinde olmak önemli desek, bu sefer de hasta yatağında mı yoksa refakatçi koltuğunda mı olmak diye bir problem ortaya çıkıyor.   Bir tek, ikisinin de çok rahatsız edici olduğunu biliyorum. Ama işte, bu da durmuyor; o da bir problem çıkarıyor: Hasta yatağında nasıl yattığına (sağlam olarak mı, hasta olarak mı), ya da nasıl yatmaya çalıştığı...

Dünya İle Bağı Kesme Hakkı Ya Da Benim Hâlâ Umudum Var Mazhar

Resim
Aç kulaklarını da dinle benden şu hitabımı. Sevdiğim sen değil misin beni bu cihana rabteyeleyen? Kimsin sen hangi had ve hak verildi ki karar verdin? Rind misin zahid misin yoksa zalim mi? Nicedir moralim bozuk, cereyan kesik ve yokken kimse yanımda, biliyor muyum hangi harb ile cehdetmekte azalarım? Daha sayamazken gökteki yıldızları ve dahi başımdaki saçları ve dahi hücrelerim, utanmaz mıyım ben küstüm oynamıyorum demeye? Kim söyledi sana bu cihan bir cennettir verir insana her istediğini? Kim söyledi Taksim’de Kadıköy’de ve dahi bar açmada bulursun huzur? Altan, arayı düzeltse Ayla’yla, alsa babasını yanına çözemezdi hiçbir şeyi. Anlamazdı esas meselenin abisi Nuri’de olduğunu. Ahmet Cemil söyler durur derdini blog tahtasına. Tamam da niye burdayız var bir sebebi. Bulamadın mı hâlâ ne demek istediğimi. Altan'la Nuri kadar olamadık mı, Kardeşim, kardeşsin, kardeşiz, Ey Kardeşimlerim!  

Çağa Değil Kastım Dünya İle Bağı Kestim

Dünya zor bir yer. Hangi çağın insana kolay geldiğini ben de bilmiyorum ama bu çağdan kaçmak oldukça zor. Yaşamlarımız bizi kendi içine hapsetmiş. En fazla nereye kaçabilirim ki? Nereye gitsem, bütün saçmalıklar görünmez olur. Metrobüse binersem Söğütlüçeşme ile Tüyap arasında mekik dokurum. Vapura binersem Üsküdar’a geçerim. Uçağa binersem Yüksekova'nın ötesine nereye gidebilirim ki? Pasaportumu yanımda alsam ne fark eder? Bu dünyanın neresinde insan yok ki? Toplumlara karşı bir tutumum yok aslında. Hatta eski çağlarda yaşasaydım, kesinlikle bir topluluğa ait olmak isterdim. Ancak şu an içinde bulunduğumuz topluluğa ait olmadığım kesin. Bunu kabullenmiş durumdayım. Küçük kolonilerde olmak beni mutlu ediyor. Benimle aynı fikirde olan on birinci kişiden şikayetçiyim sadece. İnsanlığın topluca benimsediği hiçbir değeri samimi bulmuyorum. İşin en ilginç yanı ise, köşeme çekilip, minimalist yaşamımla gerçek dostlarımla kaldığımda kendimi hiç yalnız hissetmiyorum. Burada şükrüm başlıy...

Çok Şükür Bu Çağa Genç Geldim

Resim
Zorluğu olmayan bir çağ var mıdır bilmiyorum. Benim oyum yakınmaktan yana olmasın istiyorum. Ben bunu tercih etmiyorum. Ben iyi ki demek istiyorum. Mutsuzluğumla huzursuzluğu karıştırmıyorum. Mutluyum. Yapılan haksızlıklara karşı öfkeli değil, hiddetliyim. Neden böyle şeyler oluyor diye değil, neden bunları engelleyemedim diye. Böyle şeyler hep olacak. Ekonomik, siyasi, ahlâki vs vs. Yaşlanınca da çok şükür yaşlıyım diyeceğim. 40 yaşına gelince çok şükür 40 yaşındayım diyeceğim. Güzel şeylerle özdeşlik kuracağım. Peygamberlerin hayatıyla kıyaslayacağım kendi hayatımı. Ben oyumu bundan yana kullanıyorum.

Sonsuz Sessizlikte Kaybolmayan Sesler

Resim
Sanıyor musun ki ben farkında değilim hiçbir şeyin. Seneler önce bile biliyordum bunları olacağını. Tahmin. Olsun. Sen bağır. Çağır. Kimi çağırırsan. Ellerimin içinde olan bir şeyi bile düzeltemezken, seni, başkalarını nasıl düzelteyim. Gözümün önünde yaşlanırken annem babam, güçlerini kaybederlerken onlar, güçleniyorum mu sanayım. Ben böyle bir imkân istemedim. Birilerinden alınsın da bana verilsin istemedim. Ben herkes Pazar kahvaltısına gelsin istedim. Herkesin Pazar sabahı bir tekkede toplanıp tir tir titrerken çay ile ısınmasını istedim. Bu kadarını oldurmaya bile gücüm yok biliyor musun? Ama biliyorum. Bunu istememin bile bir karşılığı var. Sesimin kaybolmadığına o kadar iman ediyorum ki sana bu dünyaya bunun için gelmişim. Sarılmaya inandığım kadar. Sarılmaya olan inancım hiç kaybolmadı. Yürümeye de. Söylemeye de. Sadece biraz yorgunum, yorgunsun. O kadar.

Senin İçin Daha Ne Yapayım?

Resim
Yağmuru yağdıramam ama dualar ettim. Şarkı yazamam ama şarkılar söyledim. Bi de ben, biliyor musun, çok sevmem bu edebiyat işlerini. İnsan dilinin tuzağıdır bu sözler. Ama şunu bil senin için yapabileceğim bi sürü şeyi yaptım ve yapacağım da. Aramızda kalsın, aslında senin için değil, kendim için. Herkes en nihayetinde kendi için çalışır. Nereye gidersen git çok kişi değilsin. Tek başınalık, yalnızlık değil. Yalnızlık salaklıktır bence, karıştırıyorlar onu. Yalnızlık diye bi şey olmaz insan için. Tek başınalık o. Olabildiğin her yerde tek başına olmak. İnsan hiçbir şeyde hiçbir yerde yalnız değildir. Senin gibi biri olmadığını mı sanıyorsun? Salaksın o zaman. Milyonlarca var. Kendini farklı mı sanıyorsun? Düpedüz aptallık. Farklı falan değilsin. Sadece tek başınalığı seviyorsun, itiraf edelim. Ben sana şimdi şöyle bir şey söyleyeyim diye geldim buraya; Allah için söyle, bugün kendin için ne yaptın?