BALKONDAKİ BEKLENMEDİK MİSAFİR

Burak her zamanki gibi sabah 5’te uyandı. İçi neşe doluymuş gibi yataktan kalktı. Elini yüzünü yıkadıktan sonra balkona doğru gitti. Onu asıl uyandıracak şeyin sabah rüzgarı olduğunu biliyordu. Balkona doğru çıktığında yapmacık bir şekilde, “Günaydın dünya! Günaydın gökyüzü! Günaydın güzel kuş! Günaydın mimoza ağacı! Ve günaydın hırsız kardeş!” dedi ama son selam sonrası donup kalmıştı.

Bu hırsızın ne işi var ve ne yapacağını düşünürken karşı taraftan şöyle bir yanıt aldı:
“Sana da günaydın abi! Biliyor musun, sen balkona ilk çıktığında çok korkmuştum, hatta bir an aşağıya atlamayı falan düşündüm ama yemedi. Biliyorsun, insanın canı çok tatlıdır. Bu arada seni de tebrik etmek istiyorum.”
(Hırsız, Burak’ın elini sıkarak yanaklarından öper.)
“Senin gibi insanların sadece saçma sapan bir film veya milletin zekasıyla dalga geçen dizilerde olduğunu düşünüyordum...”

Burak bir an kendisine geldi:
Burak: Ne anlatıyorsun lan sen? Adama bak ya, hırsızlığı yetmiyormuş gibi bir de sosyal mesaj vermeye kalkıyor. Sana ne lan insanların ne yazıp çizdiğinden! Hayır arkadaş, herkes bir sosyal mesaj verme peşinde! Ayrıca nesi varmış acaba dizilerimizin!
Hırsız: Ya, ben de sosyal mesajın meraklısı değilim de haksız mıyım? Ama senin gibi kaç adam var? (Bir an duraksayarak) Bizim dizilerimiz mi? Sen biraz önce sahiplendin mi o saçma şeyleri sen?
Burak: Evet ulan, evet! Ya arkadaş, ben bu güzel sabaha, çok güzel bir şekilde başlamışım derken uğraştığım şeye bakar mısın?
Hırsız: Aşk olsun abi ya! Sanki başına kötü bir şey gelmiş gibi konuşuyorsun.
Burak: Sence sabah güneşini ve bahçemdeki tek yeşillik olan mimoza ağacını selamlarken bir hırsızla karşılaşmam sence normal bir şey mi?
Hırsız: Hırsız mı? Beni alelade sıradan bir hırsız olarak mı görüyorsun? Gözünde şu mimoza kadar değerim yok mu?
Burak: (Üzgün bir şekilde) Hayır, öyle bir şey demek istemedim ki ben… Ya şapşal, gel buraya. (Sarılırlar.) Sen beni çok yanlış anladın.
Hırsız: Ama öyle şeyler denir mi insana abi? Bizim de kalbimiz var.
Burak: Ya, haklısın da… şey, acaba biz ne yapıyoruz şu an? (Hırsızı iter.) Yavuz hırsız ev sahibini bastırır derler, sen o musun?
Hırsız: Bak, yine aynısını yapıyorsun abi ya!
Burak: Tamam, tamam, başlama. Yine de sen daha demin bizim yazdığımız dizilere mi laf ettin?
Hırsız: Hayır abi, ben mesela yerli yapım izlemiyorum ama sadece iğrenç yerli yapımlar da var abi. Bu arada, yazdığımız derken abi, sen senarist misin? Abi, hangi dizinin senaristisin? Abi, ne dizisi? Mafya mı? Ha, gerçi sen mafya dizisi yazamazsın...
Burak: Tamam, tamam! Bi motorun soğusun da! Ne oldu? Senaristliği duymadan önce sallıyordun. Oldu tabi ya. Sen izleme, o izlemesin. Biz kimden reyting alıyoruz o zaman, kim izliyor bunları?
Hırsız: Ya abi, sen de haklısın da ne demişler, yapılan bir işin saçmalığı izleyici sayısıyla doğru orantılıdır.
Burak: Bak, yine sosyal mesaj vermeye başladın!
Hırsız: Tamam abi, tamam da acaba içeri geçip bir çay suyu mu koymasak mı ocağa?
Burak: Kahve olmaz mı ya? Ben çay sevmiyorum. Bir de evde de çay yok.
Hırsız: Tamam abi, senin o güzel hatırına kahve de içeriz.
Burak: Eyvallah kardeşim. Hadi gel o zaman, içeri geçelim. Böyle balkon köşelerinde durma. (Balkon kapısına yönelir. Tam kapıyı açarken duraksayarak) Durma da seni buradan sokamam ki...
Hırsız: (Biraz şaşkın, biraz da üzülmüş gibi bir yüz haliyle) Neden buradan giremiyorum ki abi?
Burak: Eee, sen hırsızsın oğlum. Seni bu kapıdan içeri sokarsam hırsızlığa teşvik ediyor gibi olurum.
Hırsız: Ama biz ne konuştuk abi? Ben senin bildiğin gibi bir hırsız değilim ki. Ayrıca şu hırsız lafı da çok ağır oluyor. Sen beni şey gibi düşün: ödünç alıcı biri gibi...
Burak: Ulan, habersiz gizli girip alıyorsun. Ayrıca ödünç dediğin şey alınır, daha sonrasında geri verilir. Sen ne yapıyorsun? Alıp gidiyor, geri getirmiyorsun. Bunun da TDK karşılığı çalmaktır. Al gir Google’a, "Eşyaları çalan kişilere ne denir?" yaz, sonuç: Did you mean "hırsız?"
Hırsız: Aşk olsun abi ya! Ben belki de geri vermemek üzere ödünç alıyorum. Bu şimdi niye çalmak olsun ki?
Burak: Bu arada, demeyeyim demeyeyim diyorum da… Yani o kadar muhabbet ettik ha. Şimdi çaldıklarını diyorum, ah pardon, geri vermemek üzere ödünç aldıklarını (!) ha şimdi çıkaracak, verecek diyorum da hiç oralı değilsin. Halbuki oralılar ticarette iyidir.
Hırsız: Abi, vallahi eve girmiş olsam vereyim diyeceğim de balkona daha yeni girmiştim işte. Sen çıktın, “Günaydın dünya, günaydın mimola” falan demeye başladın.
Burak: Yok Memoli! Mimoza ağacı, mimoza… Ne oldu, sosyal mesaj vesaire veriyordun, bir ağacı mı bilmiyorsun?

Hırsız: Şimdi sen niye rencide ediyorsun ki beni? Ayrıca abi, ben bir kere sizin gibi ağaçları sınıflaştırmıyorum. Benim için bütün ağaçlar aynıdır. Ben ağaçların kardeşliğine inanıyorum. Nedir bu ağaçların sizden çektikleri ya? Yok o ağacı, yok bu ağacı... Siz ağaç faşisti misiniz acaba? Hayır, öyleyse söyleyin bilelim. (Tam içeri çıkarken Burak, hırsızı tutar, arkasından geri çeker.)

Burak: Bittiyse şovun, seni geldiğin gibi gönderelim ve kapıdan alalım canım kardeşim!
Hırsız: Abi, madem yemedin, ne diye durdurmuyorsun? Boşuna saçmaladım durdum.
Burak: Merak ettim nereye kadar devam edeceksin diye de... Bir insanın hiç dur durağı olmaz mı ya?
Hırsız: Yok abi, vallahi yok. Bir şeye başladım mı durduramıyorum kendimi. Ama tekrardan aşağıya indirme, girelim içeri işte ya...
Burak: Olmaz kardeşim, olmaz da... Yani geldiğin gibi git, kapıdan gel.
Hırsız: İlla mimozayla in aşağıya diyorsun yani.
Burak: Mimozadan tırmanarak mı geldin? Oğlum, o ince dallar nasıl taşıdı la seni?
Hırsız: (Göğsünü gere gere) Eee, meslek sırrı abi.
Burak: Başlarım senin mesleğine de sırrına da! Zaten senin yüzünden vakti de kaçırdım!
Hırsız: Ah be canım abim, namaz mı kılacaktın sen? Ama benlik bir şey yok, sen kalktığında güneş doğuyordu yani vakit geçmişti. O yüzden onun da suçunu bana atma lütfen.
Burak: (Kıvranarak) Yok ya, namaz değil. Ben onu şey edecektim, etmiştim de...
Hırsız: Ney edecektin de etmiştin abi? Allah aşkına, kıble ne taraf?
Burak: Şey, şu taraftaydı galiba... Ya da şurada mıydı? Yok ya, sağ taraftı galiba?
Hırsız: Bilmiyorsun değil mi! Yazıklar olsun sana ya! Senin şu halini anan baban görse ne derler, he? Ne yapacaktın, doğruyu söyle!
Burak: (Utanarak) Şey ya işte çakralarımı falan açıp yogamı yapacaktım.
Hırsız: Tüh, yazıklar olsun sana! Azıcık daha erken kalkıp abdestini alsaydın, iki rekat namaz kılsaydın ölür müydün? Yok yogaymış, çakraymış... Hindistan mı lan burası! Abdest... Sen abdest almayı biliyorsun, değil mi lan?
Burak: Biliyorum ya işte... İlk sağına, sonra soluna, en son ayaklarına. (O sırada hırsız "Yazıklar olsun" babında hareketler yaparken Burak kendisine gelir.) Hem sana ne oluyor lan! Ne Allah ile arama giriyorsun? Ayrıca benim kalbim temiz! Şuraya bak ya, elin hırsızı durmadan manipüle edip duruyor.


                                                                                   DEVAM EDECEK

--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------





Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bahsetsem Ne Fayda

Karanlığa Kahkaha

Dünyanın En Tahmin Edilebilir Adamı