Ben Maalesef Bu Çağa Genç Geldim
geçenlerde yolda yürürken gördüklerimi anlatmadan ve tartışmadan duramayacağım. gördüğüm manzara, ülke sorunlarının ve hatta belki de bütün dünya sorunlarının ortak buluşma anıydı. alkol ve uyuşturucu kullanımı, kadına şiddet, gençlikleri çalınmış çocuklar, çarpık kentleşme, kontrolsüz nüfus yoğunluğu, görüntü ve gürültü kirliliği...
asrın felaketi olarak nitelendirilen deprem, korona, ekonomik ve sosyal krizler, her saniye değişen gündem, savaşlar, öldürülen çocuklar, dul kalan kadınlar, yetim çocuklar... başkalarının yerine utanılacak davranışlar, anlam verilemeyen kararlar... sakın yanlış anlaşılmasın davacı değilim dünyadan. dünya ve bu hayat bana bir şey vermiş değil hoş ben de ona bir şeyler verebilmiş değilim ya neyse.
bu sorunlar herkesin dilinde. önlem almak için birbirimizle yarışıyoruz. fakat ilerleme kat edemiyoruz. tüm bu konularda samimiyetin ölçüsü muhakkak ki tutarlılıktır. işte bu noktadan baktığımızda tutarlılığı ve dolayısıyla samimiyeti çok fazla tartışabiliriz. bana kimse ama hiç kimse samimi gelmiyor. hiçbir duygu ve davranışsa egolarımızdan bağımsız değil.
gelelim geçenlerde karşılaştığım manzaraya. bir parktan geçiyordum, istanbul’un göbeğindeki bir parktan. herkes çoluk çocuk parktaydı. o güne kadar sık sık gördüğüm bir tablo bu sefer gözüme battı. 4-5 yetişkin çimlere oturmuş, şarap şişleri ve bira kutuları da önlerindeydi. az ötede üç çocuk vardı. halleri perişandı. sokakların yaşlandırdığı veya yaşlanmış gözüken kıyafetlerle mendil satmaya çalışan çocuklardı bunlar. diğerleri ise, oldukça düzgün görünümlüydüler. kimisi hava almaya çıkmış kimisiyse çocuklarını parka getirmişti. hiç kimsenin çevresine bir zararı yoktu. alkol kullananlar en azından bira kutusunu ve şaraplarını siyah torbanın içine koymuş, oradan içiyordu. televizyondaki anlamsız sansürden daha işlevli olduğunu düşündüren bu eylemi yapmış olmaları bir şekilde en azından bunu yapmışlar dedittirdi bana.
evet, kendilerinden başkasına zararları yoktu. ancak böyle bir tabloyu alkolün çok yaygın olduğu avrupa kentlerinde göremezsiniz. her yerde alkol serbesttir ama sokakta içemezler. yürümeye devam ettim. o an için henüz çok fazla durumdan etkilenmemiştim. az sonra bir bakkala girdim. bakkalda iki ergen (ki yaşları 14’ten fazla olamaz). üçer bira aldılar. bakkal da hiç düşünmeden sattı.
bakkaldan çıktım hâlâ daha iyiyim. bunlar sıradan yaşadığımız gündelik olaylar diyerek kendimi teselli etme çabasındayım. yürümeye devam ettim. bir caminin avlusunda bir çift ve çocuklarını gördüm. belli ki oturacak bank bulamadıkları için avluda dinleniyorlardı. ya da dinlenmek yerine tartışıyor da olabilirler diyerek yaklaştım. çünkü erkek baya sert hareketlerle ellerini sallıyordu. yanılmamışım her ne sebeple olduğunu bilmediğimiz bir gerekçeyle(!) kadına şiddet uyguluyordu. kadın cevap verdikçe daha da sinirleniyor sesini yükseltiyordu. çocuklar babasından etkilenmiş olmalı ki birbirleriyle kavga oyunu oynuyorlardı.
hâlâ daha sakin olmaya çalışıyorum ama artık beceremiyorum. evden dışarı adım attığım anda sinir katsayım tepeme çıkıveriyor. ne bir insana tahammülüm kaldı ne de tüm bu olaylar karşısında akıl sağlığımı koruyabildiğimi sanmıyorum. her ne sebeple olursa olsun kornaya basan insana tüm gücümle saldırmak istiyorum. belki dünya düzeni bu, insan olan yerde her şey olur diyebiliriz ama ben artık istanbul'da manzaraya baktığımda enkaz görüyorum. bina ve harabeye dönmüş insan enkazları..
Yorumlar
Yorum Gönder