La Havle Vela Kuvvete İlla Billah
Liseden arkadaş Kürt Bedo. Lisede bile anılarla yaşar, anılarla var olurdu. Tanıştığımız ikinci gün, utanmadan "ulan dün ne eğlendik" dediğinde anlamıştım onun azılı bir anı fetişisti olduğunu. Ulan Kürt Bedo, şimdi çıksan karşıma, "merhaba"nın ardına yapıştırırsın şu "ulan lisede ne eğlenirdik be" sözünü... Biz eğlendik ulan, biz! Sen tanıştığımız günden sonra bizimle birlikte sürüklendin anılar içinde. Hiçbir anının öznesi değildin, olmadın. Olman için çırpınan da bizdik.
Hatırla otel odasında Beşiktaş-Lyon maçını. Biz o mükemmel maçı anımıza kaydederken, sen sadece oturdun ve sigara içtin. Sen hatırlamazsın işte, yavşak Talişa ne şutlar çekmişti. İyi maçtı ama, klasik Türk takımı işte – iki eliyle bir si... Neyse, boşver. Onlar dikeltemeye dursun, sana dönüştüğümün nedenlerini anlatayım.
Bu aralar konuşmalarıma hep "zamanında otostopla şunu yaptık", "çadır kampları, gezmeler, çocukluğumdaki fener..". Neyse, konuyu uzatmaya gerek yok. Ben anılarla yaşar olmuşum Bedo. Geleceğimden ve şimdimden o kadar korkuyor, endişe duyuyor ve tiksiniyorum ki, anlatmak yaşamak gelmiyor içimden. Zamanın akıp gittiğini, bir anın ötekine, diğerinin başkasına kopup gittiğini, beynin içinde paramparça öbekler olarak tutulduğunu... Off, bunlardan bana ne? Zaman gidiyor işte. Uzay-zaman grafiğinde X eksenindeki sonsuz, tek yönlü akıp giden bir şey.
He, mühendislikte şöyle bir bok var: *t=0* için... Kardeşim, *t=0* demek Big Bang, Adem'le Havva falan – hani, bir ton hikaye. Başa sarma beni. *t* olmuş milyon... milyar... yıl. Kısacası, zaman edebiyatı kasacak adam ben değilim. Böyle afilli zaman sözlerini gidin Zeki'den ve Nuri'den dinleyin; onlar ebeleyip geveler, bir şeyler bulurlar – kıyak laflar falan filan. Anladınız siz onu.
Bakmayın bu kadar yazdığıma, ettiğime. Edebiyatın merkeziymiş, taşrasıymış, kalemin kâğıda değdiği yermiş... Bunlar benlik işler değil. Ben edebi dedikoduların adamıyım. Bana Nâzım Hikmet'in Piraye'yi aldattığını, hem de Kuzeni'yle, bunu anlatın. Abi, bana ne mektubundan, kitabından?
Divan edebiyatı anlatırdı edebiyat hocası, gerim gerim gerilirdim. FETÖ'cü çıktı zaten ibne, belliydi boş edebiyatından. Şimdi divan edebiyatındaki o gerilmeyi yaşıyorum anda oldukça. Dünya mı böyle bir divan edebiyatı kılığına girdi, yoksa sesler, şiirler, sözler arasında kaybolup anı yaşadıkça daralan ben miyim?
Şehrin ortasında, kaldırımda, caddede, elime yapışan telefonun içinde okudukça, dinledikçe ve gördükçe kalp daralması tek ben mi geçiriyorum? Dişlerimi sıkıyorum, bağırmak istiyorum. Kızıp duruyorum tanımadığım insanlara. "Kardeşim, bu senin özgür iradenle seçtiğin fikirse, te a..." Ali Koç, istifa et ulan şerefsiz! Ya kardeşim, ülkeyi ne hale getirdiniz... Kızmadığım an kaldı mı dünyada. Hani derler ya bir damla şurama kadar doldumlar falan, ben doldum da taşıyorum. Taşıyorum da sığamıyorum. Yüreğimi hoplatan tepemin tasını arttıran bir sinir hali sarmaladı.
İşte hocalarım, anlatıyorum bakın: Bir elektronun hızıymış, bir şeyin momentumuymuş... Geçin o işi. Artık ne bir anı anlatırım ne de hayatıma bir anı eklerim. Mesainin bitimine on dakika kala istifa ettim.
Bedo’nun hayatı bu işte. Yalancı bir *"orada bulunmuşluk"* hissi. Ben artık her şeye *t=0*'dayım. Herkesin bir Bedo’su vardır, yaşamadığı hayatı anlatan. Benim hatam, onu anlamaya çalışmaktı. Çünkü bazı adamlar, hayatı anlatmak için yaşar. Diğerleri ise yaşamak için susar.
Ve ben artık susuyorum.
Hadi şimdi kalk ve siktir git Bedo. Geriye anlatacak bir bok bırakmadın.

Yorumlar
Yorum Gönder