DÜMDÜZ
"Yürü, dümdüz yürü. Hayaller, hedefler, varabildiğin yerler, dert ettiklerin…"
Büyüdüm galiba, istemeden de olsa büyüdüm. Sebepsiz büyüdüm. Bir gün büyüyeceğimi bana hiç kimse söylememişti. Bir çevrenin içerisine doğdum; her çevre gibi bu çevrenin de empozeleri vardı. Yaşadıkça fark ediyorsun bu empozenin de içinin boş olduğunu; sanki biri gelmiş, bu çevreye bu bilgileri atmış da kaçmış: “Bak, bu bizim ideolojimiz. Bunlar bizim savunduğumuz fikirler, bunlar sloganlarımız, bunlar da karşı fikir, görüş ve sloganlar. Birkaç tane önemli olduğu söylenen adam ve kadın var, bu kadar. Bu kadar oğlum, aklında tutamayacağın bir şey değil,” demiş gibi. Bu çevrelerin kaçırdığı en temel şey, büyüme kavramı. Biz büyüyormuşuz. Benim içine doğduğum çevre, insanların birbirini geliştirebileceği bir alan değildi. Belki tek tük kendini geliştiren görürsün; o da tam olarak bu çevreye ait değildir. Gözlerimle gördüm, kendi çevresinden bir kuş misali ayrılıp uzaklarda değişen, gelişen bir insanın ait olduğu çevreye geldiğindeki çöküşünü. Burada kim ne kadar güçlüyse, o yalanla yaşayabiliyor veya o yalanlara inanabiliyorsa sosyal çevre dediğimiz yerden payını alıyor. Aslında dünyada bulunduğumuz her saniye yapabildiğimiz, fakat bazı yaş aralıklarında daha baskın hale gelen düşünme dürtüsü, sosyal çevre denilen yapı sayesinde yok edilebiliyor. Bu çevrede bulunan her insanın içerisinde “Şu an burada ne yapıyoruz?” sorusu oluşur. Sosyal çevreler de yozlaşmış her yapı gibi, kendisini kutsallıklar arkasına gizler. “Şu an burada ne yapıyoruz?” sorusunun cevabını da bu kutsallardan verirler. Aslında detaylarda baksak, saklandıkları kutsallara en uyumsuz hareket edenler de kendileridir. Neyse, abilerimizin şekilleri bozulmasın, maazallah. Bu tarz çevreler, varlığını sürdürebilmek için alttan gelen bir nesle ihtiyaç duyarlar. Yaşadıkları hayatları abartılı abartılı anlatıp “Vaaaoav abi, ya senin de gençliğin ne güzel geçmiş,” diyeceğiz; bizleri karşılarına alıp aşağılayacaklar: “Sizde hiçbir şey yapmıyorsunuz, biz gençken böyle miydi? Hey gidi hey…” Fakat bu sosyal çevrelerin bir problemi var (onlar için bir problem); sen bir şeyleri başardığında ortaya çıkar genelde. Sanki seni yıllarca aşağılamamış, hor görmemiş, “İdeallerimiz, davamız,” diyerek ayak işlerini yaptırmamış, genç yaşlarımızda bize yön göstermiş ya da elimizden tutup iş öğretmişler gibi, sen başarınca: “Biz biliyorduk ya, aslanım kaplanım, başarılarının devamını dilerim,” gibi cümlelerle başarına ortak oluyorlar. Burada sana iki yol açılıyor. Çünkü bu ortamda bir şey başardın; sen artık yalanlara inananlar tayfasından değilsin. (Ben bu arada hâlâ yalanlara inanan tayfasındaydım. Aşağılamaya ve hor görmeye devam etseler, bana yaptıklarını hiç sorgulamayacaktım, yaptıklarının abilikten başka bir şey olduğunu düşünmeyecektim.) Yollardan biri: Belli yalanlarla yaşayabiliyor musun? Bunu yapabiliyorsan bok gibi de para kazanırsın. Çünkü sana ideoloji, dava diye nutuk atanların aslında gözünü bir hırs bürümüş; ne ideolojisi, ne davası… O saatten sonra her iş mubah olabilirmiş. Ama her iş… Altını çiziyorum; şu an aklınıza gelen geleneksel, her helal olmayan yöntemle kazanıp ne helal olmayan yerlere harcadıklarını gördüm, duydum. Birinden de duymadım; böbürlene böbürlene kendileri anlattılar, sanki iyi bok yemişler gibi. Diğer yol: Bütün bu gerçeklerle yüzleşeceksin. Çok canın yanacak. Çünkü alıştığın, bildiğin, ellerinde büyüdüğün bir ortam var ve bunlar sana zarar veriyor. Bu his insana aşırı hırs yüklüyor. Şikâyet ediyorum, çok sinirliyim, ağlıyorum da… Bir an sakinleyip en azından bunları düşünebiliyorum diye şükrediyorum. Davranışlarını, fikirlerini bildiğim bir yerden çıktım. Büyük bir yalnızlık, Bu duygudan kurtulmam yıllar aldı. Tamamen kurtulduğumu da düşünmüyorum. Başta dedim ya; biz büyüyormuşuz. Ha, bunu bize niye söylemediniz? Ya da bu soru yerine, “Keşke söyleyebilseydiniz,” demek istiyorum. Buradan bakıp bu kadar büyük çevreleri yargılamak haddime değil ama sitem hakkım. Keşke bu sorunları çok önceden tespit edip dert eden bir yapı olsaydınız.
Bu yazıyı yazma sebebim baştaki satırdır: “Yürü, dümdüz yürü. Hayaller, hedefler, varabildiğin yerler, dert ettiklerin…” Bu tarz çevrelerin içerisinde hayaller ve hedefler hep atlanır; sadece varabildiğin yerler vardır. Dert ettiklerim de yukarıdaki yazıdır. Maalesef benim bu hayatta hiç hayalim olmadı; hedeflerim bana ait olmadığı için varabildiğim bir yerde kaldı. Umarım sizinki böyle değildir.
Yorumlar
Yorum Gönder