Monolog
Bekliyorum. Bir türlü kendimi kaybedemiyorum. Yüzümün ne halde olduğundan haberim yok ama rengimin gittikçe açıldığını hissediyorum. Ellerimi güç bela kaldırıp avuçlarıma bakıyorum, kıpkırmızı. Sokak lambası sırtımı yasladığım duvarı aydınlatıyor. Yanımda bir çöp konteyneri. Leş gibi kokuyordur herhâlde -ben bilmem- burnum pek koku almıyor. Karnımdaki yarıklardan kan süzülmeye devam ediyor. Ne hayal kurabiliyorum ne bir şey düşünebiliyorum. Acaba insan ölmeden önce ne düşünür? Ben bekliyorum sadece. Nefesim kesiliyor. Ölüm, yaşarken rastladığım hiçbir tarife benzemiyor. İçime dayanılmaz bir korku salıp bir yandan da beni rahatlatıyor. Sabırsızlanıyorum.
“Sizi ciddiyete davet ediyorum.” Suratımdaki sinir bozucu sırıtış bir anda kayboluyor. Diplomalar, sertifikalar, belgeler istiyorlar; çıkarıyorum. Fazla yer kaplamıyorlar. Zaten pek etkilenmiş de görünmüyorlar. En istemediğim şekilde sınanıyorum. Dağarcığımda olmayan kelimeler duyuyorum tekrar tekrar. Çalışmadığım konulardan sorular birikiyor önümde. Acımaya başlıyorlar bana. Beni yazıklıyorlar. Öfke mi var hüzün mü anlamıyorum yüzlerinden. Acımasızca aşağılanırken omzumda ellerini hissediyorum, teselli görüyorum. Tek tek yıllarımın hesabını soruyorlar. Cevap vermeyi reddediyorum. Ya mahkemeyi tanımıyorum ya verecek cevap bulamıyorum.
“Uyan. Salma kendini. Daha zamanın var. Sıkıca bastır yarana. Ambulans yolda.” Ne bu şimdi, ne bu çaba? Bırak gözlerim kapansın. Kanım sıkıldıysa damarımdan, dilediği gibi aksın. İyi halt ettin üç tuşa basınca. Şu meşhur film şeridi bile az daha gözlerimin önünden geçecekti. Ama seni suçlayamam tabi. Sen suçlanacak bir şey yapmadın. Döndüm dolaştım işte tekrar buradayım. Yine dandik bir hikâyenin figüranıyım.
Bir adam tanıdım. Genç bir adam. Kime sorsan adını, hakkında bir hikâye anlatırdı. Dolu dolu yaşadı hayatını. Herkesin dolusu farklı. Her yeni güne aynı heyecanla uyanır, her seferinde aynı iştahla bakardı. Bu gök kubbe altında okumadık kitap, gezip görmedik yer bırakmadı. Nereye düşse yolu, kimin hayatına dokunsa bir iz bırakırdı. Ben hayatım boyunca kıskandım bu adamı. Gözlerinde hep bir yorgunluk aradım. Ne arıyorsa artık o uzak mekânlarda, öğrenmediği ne kaldıysa okuduğu kitaplarda, bitsin istedim arayışı. Başladığımız yerde bitseydi yolculuğu, benim buradan hiç ayrılmayışıma belki bir mazeret olurdu.
Gözlerimi bir bulanık açınca gözlüğümü çıkardıklarını anlıyorum. Sedyede beşik gibi sallanırken sokak lambasının ışığı gözlerimi alıyor. Tanımadığım insanlar hayatımı kurtarmak için benim hiç tenezzül etmediğim kadar uğraşıyorlar. Hakları var. Hayatım benim değil ki onunla istediğimi yapabileyim. Artık uyanmama rağmen rüyama devam etmek ister gibiyim. Rüyamda bir çöp yığınının yanı başında kan kaybından ölmek üzereyim. İnsan neden böyle bir rüyaya geri dönmek istesin?

Yorumlar
Yorum Gönder