Racon


     Raconun hüküm sürüp de arsızı uğursuzu terbiyeye secde ettirdiği topraklara destursuz girilmez, sayısız gözü kara delikanlının esamisini rüzgara salmış payitahtta bahtiyarlığa zeval getirmezlerdi. Racon sahipleri en kadim kitaplarda yazmayan, en mutaber hocaların anlatamadığı anlatsalar dahi gayrısının anlamayacağı nizamlar üzerine hüküm sürerler ve unutulurlardı. Rivayet odur ki; tesbih şakırtılarının nargile kokularına karıştığı mahallelerden bir mahallede girişinden çatısına doğru üzüm  asması sarmış, içeri girip sağa dönüldüğü vakit duvarda “Her sabah besmele ile açılır dükkanımız, Selman-ı Farisi’dir pirimiz üstadımız.” yazan bir kahvede boynunda asılı muskası, beyaz mintanıyla belindeki kuşağında duran saldırmayla, omuzlarında kartalkanat gibi duran siyah ceketi ve püskülü yanda duran fesiyle;  delikanlılığı ve efendiliği ile mahallesinde ün ve sevgisini salmış olan Kara Mehmet oturmaktaydı. Uzaklara dalmış bir şekilde aklında çocukluk aşkı Afife vardı. Mehmet onu ilk yedi yaşında marangoz Musa’ya çırak olduğunda dükkana getirdiği aşı bırakırken görmüştü. Cengari renkli gözü ile Mehmet’in yüreğini yakıp kavurmuştu. Afife Musa’nın tek çocuğuydu. Mehmet o zamandan beri içine düşen bu kor alevle yaşıyordu. Çünkü Mehmet’e racondan ilk defa bahseden ve delikanlılığın kitabını öğreten Koca Abdullah’tan aldığı ilk ders; komşunun, ustanın, kardeş saydığın adamın sevdiğine veya bacısına ve sana emanet edilenin kızına yan gözle bakmamaktı.

     Afife bir zamanlar Mehmet’in en yakın sırdaşı, bir zamanlar payitahtın sokaklarında beraber nara atıp racon kestiği ve can yoldaşı olan Düşeş Kamil ile arasının açılma sebebiydi. En yakın iki dost olan bu ikili şimdi aynı muhitteki en azılı düşmanlardı. Bu içindeki yangını hayatında sadece bir sefer birisine anlatan Mehmet derdini kimseye açamıyor ve unutmak için elinden geleni yapıyordu ama mahallede volta atacağı vakit ayakları onu hep ustasının evinin önüne götürüyordu. Afife Mehmet’in bu halinden bihaber Mehmet ise biçareydi.

     Mehmet birden Düşeş Kamil’in adamından işittiği söz ile beyninden vurulmuşa dönmüştü. Düşeş’in Afife’ye talip olduğunu öğrenmişti. Mehmet deliye dönmüş gözleri adeta alev atıyordu. Kahveden bir hışımla kalktığı gibi doğruca Düşeş’in peşine düşmüştü. Caminin alt sokağında görmüştü onu ve birden bir zelzele gibi ortalığı saran “Heeeyyyyyttttt! Ulan!” narasıyla irkilen Düşeşi durmuştu. Ona “Ulan bre namert herif! Hangi raconda, hangi delikanlılıkta var bu yaptığın Kamil?”  diye sordu. Kamil “Raconu ilk sen çiğnedin Mehmet, Koca Abdullah’ın sana ilk başta öğrettiği raconu çiğnedin bile bile. İmdi kalkmış bana delikanlılık taslıyorsun. De haydi yürü git işine belanı benden bulma!” dedi. Mehmet omzunda kartalkanat şeklinde duran ceketini geriye doğru attığı gibi elini havaya kaldırmasıyla Düşeş’in yüzüne indirdiği okkalı bir sille ile yere yıktı. Daha sonra geriye dönüp yerden aldığı ceketini çırpıp omzuna attı tekrar. Geriye dönüp “Bana bak Kamil gayrı bundan sonra hatır bitti. Tuz ekmek hakkı bitti. Hasımlık tam manasıyla başladı. Vesselam…” diye seslendi. Bir hışımla ilk önce Afife’nin evinin önüne gitti gönlünden geçenleri anlatmak için ama maalesef yapamadı. Oradan doğruca kahveye gitti ve sert bir kahve söyleyip nargilesini içmeye başladı. Kara kara ne yapacağını düşünürken zabitler gelip Mehmet’i karga tulumba şekilde kahveden alıp birkaç günlüğüne mehterhaneye attılar. Mehmet Düşeş’in kendisini şikayet ettiğini anlamıştı. Mehterhanede geçirdiği günler Mehmet için bir asır gibi geliyordu. Mehmet artık karar vermişti. Buradan çıktığı gibi doğruca Afife ile konuşacak ve ona olan sevdasından bahsedecekti. Öyle de oldu, Mehmet Afife çeşmeye su almaya gittiği bir vakit evine dönüş yolundaki son dönemeçte onu bekledi. Afife yanından geçeceği vakit “Afife eğer biraz vaktin varsa bir şey diyeceğim.” dedi. Afife şaşırarak bir etrafına baktı hafiften kimseler var mı diye sonra titrek ve alçak bir sesle “Buyur Mehmet!” dedi. Mehmet “Afife nasıl denilir bilmiyorum ama ben seni ilk gördüğümde daha yedi yaşında terütazeydim.  Daha o zamanlarda cengari gibi olan gözlerinden yüreğimin içine bir kor alev düştü. O zamanlardan beri içime düşürdüğün o kor alevle yanıp tutuşuyor bu garip gönlüm. Bil istedim bir kusur ettiysem af ola…” dedi. Arkası dönük olan Afife’nin yüzünde güller açar ve belindeki mendilini yere atıp hızlıca eve gider. Mendil attığını gören Mehmet afallamıştı. Çünkü çocukluktan beri gönlünde yatan gizli sevdasından bir karşılık bulmuştu. Yerden aldığı gibi mendili koklayıp kuşağının içine attığı gibi kahveye gidip bir keyif kahvesi içti. Düşeş Afife’ye görücü olarak gönderdiği annesiyle Afife’nin kabul etmediğini ve gönlünde başka birisinin olduğunu öğrenmişti. Aslında çok fazla düşünmesine gerek kalmadın Afife’nin Mehmet’e sevdalı olduğunu anlamıştı. Kafayı çekmiş ve ayakta zor durur şekliyle kahveye gelmişti. Mehmet’i mutlu görünce önündeki masayı kaldırıp kenara attığı gibi Mehmet’in üstüne yürümeye başlayıp tehditler savurdu. Mahallelini zar zor ayırdığı bir zamanların can yoldaşları imdinin azılı hasımlarını… Düşeş ertesi günü kahvenin önünde kozlarını paylaşmayı teklif etmişti. Mehmet de kabul etti.  Artık tüm mahalle yarın kahvenin önünde yapılacak olan hesaplaşmadan bahsediyorlardı. Afife de konuşulanları duymuş ve Mehmet için endişeleniyordu. Ertesi gün öğlen namazından sonra her iki tarafta abdestli olarak kahvenin önünde karşılıklı durdular. Mahalle halkı etraflarını çevirmişti. Karşılıklı bir şekilde temannada bulunduktan sonra her ikisi de omuzlarındaki ceketlerini atıp kuşaklarından saldırmalarını çıkarttılar. Karşılıklı hamlelerde bulunmaya başladılar. Racon sahipleri bilirler ki artık bu iki hasımdan biri musallaya yatana kadar durmak yoktur. Mehmet Düşeşi kolundan yaraladı ve sağ eliyle nakşettiği sillesiyle yere yıktı. Yere düşen Düşeş kalkerken avucunun içine yerden tozlu toprak alıp Mehmet’in gözüne attı. Mehmet’in görüş açısını kestikten sonra saldırmasıyla Mehmet’i döşünden ağır bir şekilde yaraladı. Mehmet göğsündeki Kamil’e ait olan saldırmanın alınmasına izin vermeden kendi saldırmasını Kamil’in kalbine saplayıp ikisi birden yere düştü. Afife doğruca Mehmet’in başucuna koşup başını dizlerine koyup yüzünü temizlerken bir yandan ağlıyordu. Mehmet son defa gözlerini açtığında zar zor ağzından şu cümleler çıktı:

     “Afifem canparem üzülme ağlama sakın. Ben seni çok sevdim ve racona ters düştüm. Gayrı hak ettiğim cezayı buldum. Unutma sakın! Bin yıllık doğruda yanlış olmaz… Vesselam…” diyerek dayanamayıp ruhunu teslim etti…





Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bahsetsem Ne Fayda

Karanlığa Kahkaha

Dünyanın En Tahmin Edilebilir Adamı