İSTENMEMEK

Bazen zihnimde bir anı kıvılcımı çakar, öyle derine inerim ki başlangıç noktası neredeydi, unuturum. Hayatıma dair hatırladıklarım zaman zaman beni anne rahmine, hatta esprili bir dille ifade etmem gerekirse, bir portakalda vitamin olduğum zamana kadar götürüyor. Siz buna inanmayabilirsiniz; ama ben, içimde taşıdığım istenmeme duygusunu çocukluğumdan da öncesine bağlayabiliyorum.

İlginçtir ki, hatırladığım her şeyde ortak bir tema var: istenmemek.

Hayal edin; önce toprak istemedi beni. Bir portakal ağacının köklerinden dışarı itildim. Ağaç da beni kabul etmedi, meyvesiyle birlikte attı dışarı. Uzun bir yolculuk ve milyarlarca rakibi geride bırakıp annemin rahmine ulaştım. Ve o an —yani hayata tutunduğum tek an— bana kalırsa en büyük zaferimdi. Ne garip değil mi? Hayatımda başarabildiğim yegâne şey bu oldu. Gerisi, hep eksik, hep yarım.

Ama o zafer de dokuz ay sürdü. Doğumla birlikte dünyaya fırlatıldım. Gözlerimi açtığımda insanların sözlerini anlamaya çalıştım. “Seni yerim!” diyenler oldu. Masum, sevecen görünümlü bu sözler beni korkuttu. Çünkü yeniden milyarlarca varlıkla yarışmaya dayanacak gücüm yoktu. Sonradan anladım ki bu sadece bir latifeydi. Ama öyle latife mi olur?

Kardeşlerim bile beni aralarında istemedi sanki. İnsanın küçük yaşta istenmediğini anlaması ağır bir yüktür. Ya kendini kabuğuna çeker ya da dünyaya saldırır. Ben ikinci yolu seçtim: zorbalığı. Çünkü başka nasıl var olabilirdim ki? Ama bu zorbalık sadece bir savunmaydı. İlerleyen yıllarda kitaplarla tanışınca içime döndüm. Sessizliği öğrendim. Anlamayı denedim.

Ve ilk kez birinden hoşlandım… Hem de öyle böyle değil. Okuduğum kitaplar olaylara farklı bakmamı sağlıyordu; ama o da beni istemedi. Sonra âşık oldum. Tüm kalbimle. Ama o da sadece bir süreliğine sever gibi yaptı ve sonra eski sevgilisine döndü.
Zamanla şunu öğrendim: İnsan, istenmediği anları sindire sindire kabulleniyor. Ama sindirmek, katlanmak demek değil. Bu kabulleniş zamanla içini çürütüyor.

Daha da kötüsü, kimi sevsem, hoşlansam, mutlu veya mutsuz bir evliliğe yelken açtı. “Uğurlu musun, lanetli mi?” bile diyemedim kendime. Ama şunu çok iyi biliyorum: Sevdiğim herkes bir gün beni geçip hayatının en mutlu zamanına ulaştı. Ben dışarıda kaldım, sessiz ve yalnız.

Bir iş konuşulsa adım geçmez. Bir proje varsa bana yer yoktur. Bir kalabalıkta herkes aitken, ben orada sadece "bulunurum".

Ve şimdi sormak istiyorum:
Ey insanlık, neden beni istemediniz?
Ey tabiat, neden beni kabul etmedin?
Ve Rabbim, madem istenilmeyen olacaktım, neden beni var ettin, kulun olarak istedin?

Bazen bu soruların cevabını aramaktan yoruluyorum. Ama ne gariptir, hâlâ içimde bir yer, tüm bu istenmeme hissine rağmen… bir gün isteneceğime dair küçük bir umut taşıyor.
Belki de bu yüzden hâlâ yazıyorum.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bahsetsem Ne Fayda

Karanlığa Kahkaha

Dünyanın En Tahmin Edilebilir Adamı