Yazacak Pek Bir Şeyim Kalmadı


 Uzun zamandır yazacak konu bulamıyorum. Hatta konu değil, bir anımı anlatacak kelimeleri bile seçemiyorum. Bu süre içinde neler yaşadım, neler... Eskiden olsa iki üç cümle karalayıp bloğa atar, köşeme çekilir, arada açar tekrar okur takılırdım. Ne oldu böyle, bilmiyorum. Her şey dönem dönem işte. Bu blog, neredeyse her halime, her duyguma ve yazamadıklarıma şahitlik ediyor.

Birkaç cümle yazmak için bekledim, biriktirdim. Kaç kere açtım şu defteri, kaç kere kapattım, hatırlamıyorum. Küçük küçük notlar da yazmadım değil; mesela bomboş bir parkın ortasında, tek başına bir bankta oturup denizi izleyen adamı yazmaya değmez diye düşündüm. O filmi zaten Nuri Bilge çekti.

Günler geçiyor. Eskiden küçük bir aşk meselesi yaşardık; zaman algısıyla oynardık. Saatler ya dururdu ya da hızla akıp geçiverirdi. O zamanlar yaşamak daha anlamlı, daha renkli olurdu. Yeniden yaşar mıyız böyle lise aşkını, bilmiyorum. “Uzak” filmindeki karakterler kadar uzağız artık aşka, birader.

Şimdi bir kıza methiyeler diziyorum, o bana umut verecek ya da bana öyle gelecek, ama önemli olan orası değil. Süreç yorucu. Düşünmek yorucu. Savaş dediğin illa tankla tüfekle olmaz. Aşk da bir savaştır, bir mücadeledir. Aşk yoksa gidilecek, görülecek, fethedilecek yer de yoktur.

Aşk konusuna yabancıyım. Üzerine konuşacak da pek bir şeyim yok bu yüzden. Zaten herkes yazdı, çizdi, anlattı aşkı kendince. Ama ben hâlâ şu sözden ötesini göremiyorum:

“Lütfen Tanrım, bana inanmalısın.
Evreni taradım... ve kendimi onun gözlerinde buldum.”



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bahsetsem Ne Fayda

Karanlığa Kahkaha

Dünyanın En Tahmin Edilebilir Adamı