Kayıtlar

Nisan, 2020 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Neden Şiir Yazmıyoruz Ya Da Yazılanlar Şiir Mi?

Resim
Çünkü şiir söyletecek bir hayat döngüsüne sahip değiliz. O yüzden de ortaya çıkan şeyler şiir olmuyor maalesef. Söyleyiş filan diyebiliriz belki onlara. O kadar çok edebiyat dergisi var ki piyasada. Bi’ hesap yapalım isterseniz kabataslak. 50 tane aylık edebiyat dergisi çıksa, 50 tane de 2 aylık çıksa aylık 75 dergi yapar. Her dergi ortalama 4 şiir yayınlasa 300 tane şiir yapar. Belki daha fazladır bu sayı ama daha az değildir. Ne anlatıyorlar peki bu şiirler. Özellikle bugün yaşadığımız o döngüye ait. Hiçbir şey. Hiçbir şey iddia etmiyorlar. Mesela asgari ücretle geçinen bir adamın acısını dindiriyor mu 250 şiir. Acısını dindiriyor mu diye sordum ama asıl sormam gereken soru buna dair bir çözümü var mı bugünün şairinin. Hiç zannetmiyorum. Bugünün şairinin mi? Evet. Aslında bu 250 kişiye ek olarak o ay şiir yazmamış ya da dergilere şiir göndermemiş şairleri de ekleyerek ortaya 1 kişi çıkarsak. O 1 kişi bugüne ait insanlığın sıkıntılarına dair söylemesi gereken şeyleri söylüyor mu...

Hastalıklı Bir Toplumda Deli Olmanın Güzelliği

Resim
Albert Einstein’dan çokça söz etmiştim bir önceki yazımda. Bu yazıya da onun sözleri ile başlayacağım. ‘’Delilik aptallıktan şüphesiz daha iyidir.’’ Peki, kim bu deliler? ‘’Delilik Nedir?’’ kitabının yazarı Darian Leader güzel bir soru sorar. ‘’Hastaya kendi değer sistemini ve normallik anlayışını aşılamaya çalışan bir klinisyen, yerli hakları kendi çıkarı için eğitmeye uğraşan bir sömürgeciden ne kadar farklıdır?’’ Erasmus ise ‘’En mutlu insanlar akılla bağlarını koparanlardır’’ der. Şimdi bunları bir kenara bırakıp, psikoloji dalının en ilginç olayına göz atalım. Psikiyatri alanının depremi olarak nitelendirilen bu deney Rosenhan  Deneyi(Pat Deneyi).   "Bir kişinin akıl sağlığının yerinde olup olmadığı, akıl sağlığının derecesi kesin olarak anlaşılabilir mi?" sorusu ile başlar her şey. Ardından Rosenhan ve beraberinde 7 kişi gaipten sesler duyduklarını söyleyerek kliniğe müracaat eder. Hiçbir hastalığı olmamalarına rağmen kliniğe yatarlar. Yattıktan sonra bu 8 kişi an...

Geçmişi Görebiliyoruz

Resim
     Hayat ve dünya. Dünya ve zaman. Zaman durdurulması imkânsız ve sadece ileriye doğru giden bir şey mi? Geçmişe yolculuk yapamaz mıyız? Ya da geleceğe? Bu sorular sürekli soruluyor. Üzerine film, dizi çekilip, kitaplar yazılıyor. Bütün bunlar bilimsel olarak kanıtlanmamış, kanıtlanamamış düşünceler.  Newton’a göre zaman ne tözdür ne de rastlantısaldır; zaman kendi varoluş tarzına sahiptir. Zaman, 'Tanrı'nın yayılımlı etkisidir'. Tanrının var olması için zaman da kendi konumunda var olmalıdır. Yaratılması imkânsızdır. Yani zaman hareket sayısı ya da cisimlerin süresi değil hareketin ve cisimlerin var olma kanıtıdır ve herkes için eşittir. Einstein zamanda görelilik kuramını espri ile açıklamıştır. ‘’ Bir adam güzel bir kızla oturup bir saat geçirdiğinde, bu süre kendisine bir dakika gibi gelir. Bir de onu, bir dakika için sıcak bir fırının üzerine oturtun; bu süre ona bir saatten daha uzun gelecektir. ‘’ Einstein görelilik kuramı ile Newton’un zaman ka...

Acun mu, Macun mu?

Resim
     Pazartesi sendromunun bittiği bu günlerde hayatımızı eve sığdırıyoruz. Hangi günde olduğumuzun bir önemi yok. Öyle ki geçenlerde uzaktan aldığım dersi hafta sonu çalışırım diyerek ertelemiştim. Meğer zaten hafta sonundaymışız. Bir öğrenci her türlü bahane üretme yeteneğine sahiptir ne de olsa.      Bu günlerde sosyal hayatımızı teknolojiye hapsettik. Görüntülü konuşmalar, mesajlaşmalar, sosyal medyada gezinmeler oldukça arttı. Yazım, bunların iyiliği ya da kötülüğü ile alakalı değil. Daha çok varlığını üzerime dayatan birkaç şey üzerine.      Son zamanlarda Survivor’u izleyenlerin kitlesi oldukça arttı. Önceleri insanların vakit öldürmek için yaptıkları davranışları saçma bulur eleştirirdim. Artık bu fikri üzerimden tamamen attım. Çünkü bir insan nasıl mutlu oluyorsa öyle yaşamalıdır. Herkesin kendi hayatını mahvetmeye hakkı vardır. Ne kadar az mahvederse o kadar çok mutlu olur. Yani Survivor’un toplumsal yönden etkilerini değil de k...

Kendi Ekseni Etrafında Bir Tur

Resim
Barış Özcan youtube’da 3 gün önce yayınladığı videoda oldukça önemli bir bilgiden bahsetti. Samanyolu Galaksisi’nin merkezinde çok parlak ve çok yoğun bir astronomik radyo kaynağı olan Sagittarius A* (Sagittarius A-yıldız)daki yıldızlardan biri olan S2 yıldızının yörüngesi 27 yıldır takip ediliyormuş. Bu gözlemlerin sonucunda galaksinin merkezinde dev bir güneş değil ama bizim güneşimiz gibi 4 milyon tanesinin kütlesine sahip dev bir kara delik olduğu sonucuna varılmış. S2 yıldızının hareketleri izlemeye devam edilmiş ve en az 2 yıl önceki kadar önemli bir başka sonuca ulaşmışlar. Buna göre S2 yıldızı elips dışı bir yörüngede o dev kara deliğin etrafında dönüyormuş. Üstelik onun bu hareketi 100 yıl önce Einstein tarafından ortaya atılan genel görelilik kuramının öngörüleriyle de örtüşmekteymiş. Kâinatta yer alan hemen her şeyin aslında bir şeylerin etrafında dönmekte olduğunu biliyordum. Ama devasa bir karanlığın ve çok güçlü bir çekim kuvvetinin etrafında dönmekte olduğumuz ...

Mr. Holland’s Opus ve Bitmeyen Senfoni

Resim
Herhangi bir film üzerine bir yazı yazmayı düşünmedim hiçbir zaman. Yahut herhangi bir meseleyi içerisinde insana dair bir duygu/düşünce olmadan yazmayı dilemedim. Binlerce yıldır anlatılan hikâyelerde de anlatılmak istenen şeyin insanın kendini değiştirebilir olduğunu düşünüyorum. Aşk mı, zannetmiyorum ki herhangi bir meselenin temeli olsun. Aşk eğer bir insanı daha iyi daha olgun bir insan kılmıyorsa zararlıdır. Bilgi mi, hayır. Bilgi insanı daha farkında, daha şuurlu bir hale getirmiyorsa zararlıdır. Bu yüzden bu yazıyı da filmin kendisini anlatmak yerine filmden ne anladığıma odaklı bir şekilde yazmak istedim. Film esasında tam bir eğitimci filmi. Sanıyorum ki bütün öğretmenler bu filmi izlemiştir ya da yakın zamanda izleyecektir. Tabii Sagopa Kajmer’in 56 Denklemli İntro’sunun girişindeki diyaloğun yer aldığı bir film olması itibariyle daha önce izlemem gerekiyordu diye düşündüm. Müziğe tutkulu olan bir adamın söylediği sözlerin müziğe tutkun olduğum zamanlarda dikkatimi ç...

Pazar Hikayesi

Resim
         Yağmurun ardından gelen toprak kokusu arasında pazara doğru yöneldi. Kalabalıklar arasında kaybolmayı severdi. Pazara gitmesi de sırf bu yüzdendi. Bazen bir balık tezgahına bazen meyve tezgahına bir köşeye çekilip uzun uzun bakardı. İnsanların konuşmasını dinlemeye bayılırdı. Burada pazar tezgahları, salı ve çarşamba olmak üzere iki gün açılıyordu. Bir meyve tezgahının yanında durdu.  Tezgahta kendinden başka üç kişi daha vardı ve bunlar önlerindeki elmaları tek tek seçiyordu. Her elmaya bakıp, en iyilerini seçenler pazarcıya parasını verip diğer tezgahlara yöneliyordu. İşin tuhaf yanı diye düşünmeye başladı. Her gelen iyi elmaları seçip alıyor. Akşama kadar bu böyle gidiyor. Akşam bu tezgahtan alınan son elmalar çürük, ezik ya da herhangi bir sebepten beğenilmeyen elmalar. Lakin sabah en iyi elmayı alanla bu elmalar arasında bir fiyat farkı yoktu. Küçük ve önemsiz bir detaydı ama bunun böyle olmaması gerektiğini düşünmeden edemedi. Bu düşüncele...

Uyanış

Resim
Bir kez kendini bulmuş olan kişinin bu yeryüzünde yitirecek bir şeyi yoktur artık.   Ve bir kez içindeki insanı anlamış olan bütün insanları anlar. ( Olağanüstü Bir Gece, Stefan Zweig ) Yeni başlayacaklar için tavsiyeler; ben de ne yapmam gerektiğini bilmiyorum. İşte bütün mesele bundan ibaret. Bu başlangıç aşamalarında beni tutan lanet bir his var; ilk hangi dala tutunmalıyım hissi. İçimde, başladığım işi doğru bir şekilde yapamayacağıma dair bitmek bilmeyen bir dürtü dolaşıp durduğunu hissediyorum. Beni bu dürtüye iten mantık, varmak istediğim yerde işlerin nasıl yürüdüğü hakkında bir fikrim olmaması sanırım. Ya da başaramayacağımdan mı korkuyorum? Ben öyle düşünmüyorum açıkçası. Bana öyle geliyor ki işin erbabı bu insanlar benden katbekat üstün oldukları için çekiniyorum biraz. Sırf bu düşüncem yüzünden bir işe başlarken korkuyorum. Kesinlikle başaramamaktan korkmuyorum yoksa. İnsanlar benden çok iyi işler bekler ben ise beklentilerini karşılayamayıp elime yüzüme...

2000'li Olmak Benim Suçum Değil

Resim
       Kış ayının soğuk bir gününde doğmuşum. O zamanlar dememe gerek yok sanırım. Zira dedelerimizin, ninelerimizin baş ucuna oturtup, anlattığı o çocukluk hikayelerine sadece kendisi tanıklık etti. Benim doğduğum zamanlara sizler tanıklık etmekle kalmayıp, yeni yüzyıla umutlarla, dualarla ve büyük coşku ile girdiniz. O sıralar annemin karnına vurmakla meşguldüm. Yeni yıldan yirmi dört gün kadar sonra Eyüp Devlet Hastanesi'nde ilk defa ağladım.      Sözgelimi, babam büyük bir aileye sahipti. Öyle ki kardeşleri ile dört tane halı saha takımı kurar kendi arasında turnuva yapabilirdi. Benim bir ablam vardı. Kuzenlerimle aynı yerde yaşamıyordum. Yaşasaydım ve içimizden herhangi birini belediye başkanı adayı gösterdiğimizde bağımsız kazanmak bir yana bütün rakiplerine fark atardı. Sayı vermeyip böyle anlatmamın sebebi benim  de tam olarak bilmememden kaynaklı. Ne zaman saymaya kalksak 'Köyden İndim Şehire' replikleri ile yarışır komedi çıkıyor or...

Kışa Övgü

    Geceleri tek başımayken ölümü düşünüyorum. O an yaşam göğsümde biricikleşiyor. Ölüm korkusu ruhumu kaplıyor. Sabah oluyor ve düşüncelerimin yerini yaşamın gerçekliği alıyordu. Düşünmeden, bir an olsun hissetmeden ölümü, korkusunu.       Kış ayları geldiği zaman ölüm duygusu tamamen terk ediyordu bedenimi. Yaşadığımız ev geniş bir salona sahipti. Bu nedenle kış aylarında ısınma sıkıntısından oraya uğramıyorduk. Genlerimizdeki göçebe hayatını küçük evimize sığdırırdık. Benim odamda doğal gaz sobası olduğu için bütün aile bu odada oturuyorduk. Geceleri bir an olsun tek kalmıyordum. Sabah olduğunda herkes gidiyordu odamdan. Oturduğumuz evin altında çalışıyordu babam. Annem de ona yardıma gidiyordu. Ablam okuluna gidiyordu. Bense montumu giyip salona geçiyordum. Orası büyük olduğundan kağıtlarla yaptığım top ile oynamam daha rahat olurdu. Bir zaman sonra montumu çıkarıp oynamaya devam ederdim. Bir kaç saat sonra annem gelir neden salona geçiyorsun diye kız...

Kadim Dostlar Üzerine

Resim
Bu yazı KEAİHL'nin en tuhaf  3 tarihçisine ithafen yazılmıştır. Biz üç arkadaştık, üç dosttuk. Lise döneminden beri tanışırdık ama asıl dostluğumuz lise sonuna denk gelmişti. Birimiz Anarşist, birimiz Milli Görüşçü ve birimiz de Aydınlıkçı Radikalci'ydi. Bütün olup biten her şeye rağmen biz dosttuk, arkadaştık. Adam akıllı görüşemesek de bir araya geldiğimiz vakit birbirimizin her şeyi ile alakadar olurduk. Derdi olanımızın derdini halledene kadar ayrılmazdık. Dedim ya adam akıllı görüşemesek de buluştuğumuz vakitler bize yetmedi. Çünkü o sırada zaman denilen kavram kalkar giderdi bizden uzaklara… Daha sonradan aniden çıkıp gelirdi. O hoş sohbetlerin tadı daima damağımızda kalırdı. Her birimiz ayrı ayrı yönlere ayrılırdık. Biz bazen bir arada olup susmayı da tercih ederdik. Ona rağmen hiç sıkılmazdık. Birimiz kel, birimiz delik deşik kulak ve ruhlu, birimiz de mağara adamı gibiydik. Yani iyi, kötü ve çirkindik. Bu sisteme karşı her birimiz kendi cephemizde savaşırdık...

Kendi Zindanımız

Resim
Kara Mahzuni'nin Nasıl Değil Neden yazısını tıklayarak okuyabilirsiniz. Kıymetli dostum Mete Alper'e ithafen... Azizim fazla öteye gitmeye hiç gerek yok. Aslında hepimiz kendimize oluşturduğumuz zindanlar içerisinde yaşayıp gidiyoruz. Aslında kafayı kaldırıp ileriye baktığımız zaman (kendi kendimize üçüncü tekil şahıs olarak) yargılasak bütün bunlar biter. Bizler ve çevremizdeki diğer insanlar kendi oluşturduğumuz zindanlar içinde hapis olmuşuz. Bu zindanlar yüzünden günlük hayatta konuştuğumuz kişilerle yaptığımız muhabbetler tekrara düşmüş. İnsan bahsedecek güzel şeyler bulamadığı vakit daima etrafı yargılamıştır. Halbuki kendisini çekip bir kenara konuşsa, kendi kurduğu zindanın farkında olacaktır. Daha sonra bu zindanı yıkmaya çalışacaktır. Ve bu mücadele sırasında içinden bir Tatar Ramazan çıkıp “Ben bu oyunu bozarım!” diye haykıracaktır. Bu Tatar Ramazan’ın yöntemi kişiden kişiye değişir. Bana göre yazarların yazmasının tek sebebi içlerindeki Tatar Ramazan’ı dışa v...

Nasıl Değil Neden

Resim
Mete Alper'in Kafa Açacağı yazısını tıklayarak okuyabilirsiniz.              Sevgili dostum burada yazdığımız yazıları beğeniyor olman beni mest etti. Doğru soruysa nasıl değil bence. Doğru soru 'neden'. Buna kendimce cevap vermeye çalışacağım.      Acının darlandığı bir anda sitem ettim. Sonra durum bu kabullen dedim. Geçer zaman dedim.        Geçmedi benden. Kendimce büyüttüğüm bütün derdimi deniz aldı. Aldım dersimi. Denizi kendime zerk ettim. Döktüğüm gözyaşları sel olup denize aktı. Etrafıma baktım. El ele dolaşan fazla sevgi ya da bir bankta yapayalnız sevgisizlik. Nefret edilen reklam panoları ya da bir büste itaatkarlık. Hiç bir şeyin ortası yok. Acım fazla ya da sevincim çok. Yalnızım veya etrafım insanlarla dolu. Konuşuyorum yahut sesimi duymayanların sitemi... Kimim ben? Bu kimin umurunda? Kendimi bulamıyorum milyarlarca insan arasında. Kendime yabancıyım. Kendi kendimin yalnızıyım. Denizi bırakıp ...

Laf mı Salatası Yoksa Gerilla mı Savaşı

Resim
                    Bana öyle geliyor ki sevgili dostum, sen kaçak güreşmeyi seviyorsun. Meydan savaşında yenilmekten korkuyorsun. Halbuki sen de biliyorsun ki bu işler biraz da meydana çıkmakla olur. Cesaretini nasıl ortaya çıkarabileceğini sanıyorsun. Yenilginin seni küçültmeyeceğini en iyi senin bilmen lazım. İzlediğin filmlerde yok mu seni harekete geçirecek herhangi bir kahraman. Kahramana kelimesine takılma sakın. Kimse senden kahramanlık beklemiyor. Herkes kendi hikâyesinin kahramanıdır zaten. Öyle değil mi? Bence öyle. Ne bekliyorsun? Silahı eline al ve sıkmaya başla. Emin ol doğrulttuğun her yer düşman safları olacak. Ellerinin seni yanlış yere götürmeyeceğinden eminim. Hem şiir var biliyorsun. Şiir en çok da bunun için var. Sözlerin var. Bakışların. Değerlendirmelerin. Sonra inançların var. Seni her defasında bıraktığın yere döndüren ordan başlatan. Sana bakmayayım da kime bakayım be dostum. Sen benim umudum olmayacaksın da ...

Laf Salatası

Resim
Hiç bana bakma. Cevaplar bende değil. Doğru soruları soramadım. Cümle kuramadım. Bilemedim hangi kelimeleri kullanayım. Derdimi anlayamadım ki anlatayım. Öğrendiğim ne varsa unuttum. Hatırlayamadım. Zaman geçirdim. Ama artık çok da önemli değil. Her şeyin bir zamanı var. Şimdi sırası değil. Kafam karıştı. Durduk yere aklım allak bullak yine. Uyku bastırdı. Ama gözlerim kapanmıyor. Sırtımdaki kambur rahat vermiyor. Kendi kendime laf yetiştirmekten yoruldum. İnadım inat. İkna olmayacağım baştan belli. Saat kimsenin umurunda değil sanki. Her şey apaçık ortada zaten. Herkes işinde gücünde. Herkeste bir meşgale. Ama yol yok önümde. Seçeneksizim. Bu yüzden belki kararsızım. Arada deredeyim. Olmayacak herhalde. Gücüm yetmeyecek. Yolların bir yere varacağı yok. Bekliyorum ama aslında çok da gereği yok. Aslında çok net her şey. Olması gerektiği gibi. Kimse bir şey kanıtlamaya çalışmıyor. Kimsenin itirazı yok. Herkes memnun olan bitenden. Karşı çıkan yok. Ama muhtemel ki benim dudaklarım kımı...

Müşteri Kazıklama Ustası

Resim
Bu ses de ne böyle? Bu evde kaç kişi var? Dışarı çıktım. Off olamaz! Gene mi bu saçma salak Martavalya Karadeniz'den Güzel Doğaya Bak Gazetesi. Göndermemeleri için daha kaç sefer aramam gerek bunları. - İyi günler Martavalya Karadeniz'den Güzel Doğaya Bak Gazetesi müşteri hizmetleri mi? - Evet efendim, Martavalya Karadeniz'den Güzel Doğaya Bak Gazetesi müşteri hizmetleri. Size nasıl yardımcı olabilirim. - Bir daha bu saçma gazetenezi kapıma atmayarak bana yardımcı olabilirsiniz. - Peki efendim. Gazetemizi bundan sonra özel poşetimiz ile ve eğlence kupürleri ile göndermemize ne dersiniz? - İstemiyorum... - Anlıyorum sizi biraz hatta bekleyeceğim. O sırada gazete müşteri hizmetlerinde çalışanları telaş alır. Temsilci müdürüne gidip durumu anlatır. - Efendim hattımızda bir daha gazete almak istemeyen birisi var. - Bütün kozları oynadın mı evlat? - Evet efendim. Martavalya Karadeniz'den Güzel Doğaya Bak Gazetesi'ni ek kupür ve özel poşetimiz ile almayı bil...

Habersiz...

Resim
Merhabalar hanımlar ve beyler. Ben aranızda sizden habersizce gezen biriyim. Birinin bana işi düştüyse konuşurum ancak. Bazılarınıza da acılar yaşatmış olabilirim. Ben bu ülkenin en nadide şekilde büyütüp yetiştirdiği kiralık bir katilim. Adım Ejder. Soyadım var mı yok mu valla hatırlamıyorum. O kadar çok sahte kimlikle yaşadım ki şu hayatı soyadımı unutturdu. İsmimi de mesleğim yaşatıyor. Asıl işi öldürmek olsa da adımı yaşatır her daim. Bu arada biz kiralık katillerin öyle çok cahil sanattan anlamayan birileri olduklarını düşünmeyin. Yani en azından ben öyle değilim. İsmet Özel, Nazım Hikmet, Peyami Sefa, Cemal Süreya ve Turgut Uyar gibi adamları çok sever ve okurum.  Beni bulmak isteyenler bilirler ki Üsküdar’da Baki abinin çay ocağındayımdır. Sabahtan akşama kadar orada oturur çay ve sigara içerim. Biri iş teklifi ile geldiği vakit Paşalimanı’na kadar yürüyerek detayları öğrenirdim. İşime çok saygılı bir adamım. Ne olursa olsun aldığım ihaleyi bitirirdim. Son anda kararın...