Sonsuz Uyku




Duvardaki takvim yaprağının bir tanesini daha kopartmıştı babam. Git gide azalıyordu. Bazen unutuyordu ama ertesi gün geldiğinde iki tane birden kopartıyordu. İstemiyordum bunu yapmasını. Eğer o takvim biterse ölüyormuşuz. Bunu annem söylemişti. 'Bir gün o takvim bizim için bitecek ve öleceğiz' demişti konuşma arasında. Ölüm nedir diye sorduğumda 'uyanmamak üzere uyumak' demişti. İlk duyduğumda bir an önce ölmek istemiştim. Biraz düşündüm, ya kötü bir rüya görürsem. Bunu şansa bırakmamalıydım. Gördüğüm en güzel rüyada ölmeliydim. Bunu biz mi belirliyorduk? Takvim yaprakları birbir azalıyordu. Gün içerisinde çizgi filmlere dalıyor, fark etmiyordum azaldığını. Öğle saatlerinde kapımızın önüne biri gelirdi. Bir cuma günü onu beklerken sela okunmaya başladı. Sela ile eş zamanlı telefon çaldı. Telefona doğru baktığımda takvimde sadece bir tane yaprak kaldığını gördüm. Onu saklamalıydım ama çok yüksekteydi. Babam elindeki telefonu yere düşürmüştü. Yüzü donmuştu. Annem telefona doğru koştu yerden aldı 'alo' dedi. Sela bitmek üzereyken ağlamaya başladı. Bana doğru baktı gözlerindeki yaşı silerek 'deden, deden öldü' dedi. Bu imkansızdı. Biri babamları kandırıyordu. Daha takvim bitmemişti. Babam bir anda duvardaki takvim yaprağını yırttı. Biz neden ölmedik. Yoksa uyuduğumda mı ölecektim. Köye giderken düşünüyordum bütün bunları. Köye vardığımızda üvey babaannem (ona üvey babaanne diyordum çünkü babamın üvey annesiymiş) gözlerinden yaş aka aka gelen misafirlere yemek hazırlıyordu. Bir kutlama vardı sanki. Herkesin tek derdi yemek yerken ağlamaktı. Benimse çizgi film izlemek. Köyde izlediğim kanal çekmiyormuş. Biraz ağladım buradan gitmek için. O zaman bana ayağımıza dolanma dediler. Ben mi ayağınıza dolanıyorum yoksa doymak bilmeyen insanlar mı? Ben öldükten sonra da bu kadar yemek yenecek mi? Hem biz ailecek ölmeyecek miyiz? Kim yapacak bu kadar insana yemek? Şu yemek yiyenlerin suratını görmelisiniz sanki hiç bitmeyen bir takvim var ellerinde.
Sonunda yemek dertleri bitti ve bir eve doğru ilerledik. Evde herkes ağlıyordu. Çoğu kişi yerde beyaz örtüye kafasını yaslıyordu. Kapı açıldı içeriyi dışarının buz gibi soğuğu kuşattı. Hiç kimsenin umrunda değildi içeriye gelen kişi. Ama içeriye giren dedemdi. Onu iki kere görmüştüm. Çok fazla hatırlamasam da gördüğümde dedem olduğunu anlamıştım. Onun üzerine doğru atladım bakın dedem uyandı, burada siz boşuna ağlıyorsunuz. Bunu dediğim zaman ortam bir an sessizliğe büründü. Sarıldığım kişi dedemin kardeşi olduğunu söyledi. Beni kucağına alıp sarıldı ve yere bıraktı. Gerçekten ölmüştü dedem. Ama ben ağlıyamıyordum. Dedemi toprağa gömüyorlardı. Buna ne gerek var yatağında da yatabilirdi. Orası karanlıktır. Ya dedem de benim gibi karanlıktan korkuyorsa. Köyden ayrıldığımızda herkes birbirine görüşürüz diyordu. Büyükleri anlamıyordum hem gidiyorlardı hem de görüşürüz diyorlardı. Dedemse bir daha görüşmemek üzere gitmişti.




Yorumlar

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bahsetsem Ne Fayda

Karanlığa Kahkaha

Dünyanın En Tahmin Edilebilir Adamı